John Locke
Zihinde Doğuştan Gelen İlkeler Yoktur
Zihinde doğum yolu ile gelen ilkeler (ilksel yargılar) bulunmaz. Doğuştan bilgilerin olmadığını kanıtlamak için insanların, yalnızca doğal yetilerini kullanarak, bilgilerinin tamamını nasıl elde edebildiklerini göstermek gerekir.
“Bütün insanların onayladığı belirli önermeler vardır” genel anlatımına dayanarak, insanların, doğumdan edindikleri, kendi doğalarına bağlı yetiler gibi, gerçekten, onlar ile birlikte dünyaya gelen değişmez ilkelerin (ilksel yargıların) bulunduğuna inanılır.
Bütün insanların onayladığı genel önermelere doğumdan sonra varılabilmesinin bir yolu olduğu gösterilebildiğinde, bütün insanların onayladığı belirli önermelerin varolduğu doğru olsa bile, bu, böyle önermelerin doğuştan bilindiğinin kanıtı gibi ileri sürülemez.
Doğuştan gelen ilkelerin olduğunu göstermek için öncül olarak alınan belirli önermelerin bütün insanlarca onaylandığı önesürümü doğru değildir. Çünkü, insanların tamamının üzerinde anlaştığı bir genel ilke yoktur.
Bütün insanlarca onaylanan önermeler oldukları öne sürülen "bir şey ne ise odur (özdeş olma ilkesi)" ve "bir aynı şeyin hem varolması hem de varolmaması olanaklı değildir (çelişmeme ilkesi)" anlatımları üzerine çocukların, budalaların ve bunlar gibi insanların hiçbirinin hiçbir şey bilmediği açıktır.
Bir şeyin zihinde, zihnin onu algılamadığı (onun ne olduğunu bilmediği) bir biçimde bulunması anlaşılmaz olduğundan, çocukların, budalaların ve bunlar gibi insanların da bu doğuştan biliniyor denen ilkelerin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini bilip, onaylamaları gerekirdi.
Zihnin hiçbir zaman bilmemiş, bilincine varmamış olduğu hiçbir yargının zihinde bulunduğu söylenemez (böyle bir tek yargı olduğu gösterilebilir ise, aynı kanıt yolu ile zihnin onaylayabileceği bütün önermelerin zihinde bulunduğu ve doğuştan geldiği savlanabilir).
Zihne kaydedilmiş olarak geldiği savlanan ilkelerin zihnin bilme yeteneği kapsamında olduğu savlanıyor ise, böyle olduğunda bir kimsenin bildiği, biliyor olduğu ve bileceği doğruların hepsinin de doğuştan gelmesi gerekir. Bu doğuştan gelenlerin, yalnızca, belirli ilksel yargılar olduğunu yadsımak demektir.
Bu ilkeleri, bütün insanların usunu kullanmaya başladıktan sonra bilip onayladığı, bunun da onların doğuştan geldiğini kanıtlamaya yeteceği görüşü, çocukların onları bilmediği ileri sürümüne karşı yanıt diye verildiğinde, "İnsanlar bu kesin ilkeleri uslarını kullanarak bulabilir ve bu da onların doğuştan geldiğini kanıtlamaya yeter" demek istenebilir.
"İnsanlar bu kesin önermeleri uslarını kullanarak bulabilir ve bu da onların doğuştan geldiğinin kanıtıdır" demek isteniyor ise, bu, usun bize kesin olarak onaylattığı önermelerin hepsinin zihne doğal olarak kayıtlı olduğu anlamına gelir. Böyle olduğunda, matematikçilerin koyutları (postülaları) ile bunlardan çıkarılan kanıtsavlar (teoremler) arasında bir ayrım kalmaz.
"İnsanların us yürütmeleri bu ilkelerin bulunmasında yardımcıdır ve insanların bunları kesin olarak bilmesini sağlar" demek isteniyor ise, bu durumda, usu “daha önce bilinen ilke ve önermelerden bilinmeyen önermeleri çıkarma yetisi” diye tanımlamalarına karşın bunlar, doğuştan olduğu varsayılan ilkeleri bulmak için de usun yürütüldüğünü öne sürmüş olur.
Zihnin, başlangıçta kendisine kaydedilmiş olduğu varsayılan ve algılanmadan kendisinde bulunması olanaksız olan şeyi görebilmesi için us yürütmenin zorunlu olduğu ileri sürüldüğünde, gözümüzün nesneleri görebilmesi için de ussal (mantıksal) işlemlerin zorunlu olduğu düşünülebilir.
Usa, zihne doğuştan kaydedildiği söylenen ilkeleri buldurmak, usun kullanılmasının bir kişiye daha önce bildiği şeyi bulmasını sağladığını söylemektir. Bu da, o insanın söz konusu ilkeleri aynı anda hem biliyor hem de bilmiyor olması demektir (çelişme).
“Matematiksel kanıtlamaların ve doğuştan olmadığı söylenen öteki önermelerin dile getirildikleri anda onaylanmaması, ilksel önermelerin ise hemen onaylanması, bu iki tür önermenin ayrımını oluşturur” denir ise, ilksel önermelerin hemen onaylanması doğuştan gelmelerine veya usun (mantığın) kullanılmasına değil, zihnin bunlardan ayrımlı bir yetisine bağlıdır.
Genel (bütün alanların bilgisinin temelinde olan) ilkeleri onaylamamızı sağlamada usun üstüne bir görev düşmediğine göre, "bütün insanlar usu kullanmaya başladıklarında o ilkeleri öğrenir ve onaylar" önermesi yanlıştır. Bu önerme, doğru olsaydı bile, ilkelerin doğuştan geldiğinin kanıtı olmazdı.
Genel ilkelerin "usun kullanılmasına başlandığı aşamada" öğrenilip benimsendiğinin söylenmesi ile, usun kullanılmaya başlandığı zamanın zihnin bu önermelerin ayrımına vardığı an olduğu; çocukların uslarını kullanmaya başlar başlamaz bu ilkeleri de öğrenip benimsedikleri söylenmek isteniyor ise bu, gerçeğe uymaz. Çünkü, çocukların ve eğitimsiz insanların "bir aynı şeyin hem varolması hem de varolmaması olanaksızdır" ilkesini öğrenmeden önce uslarını kullandığı, pek çok kez, gözlenmiştir.
Bu soyut ve genel önermelerin bilgisinin insanlarda uslarını kullanmaya başlamadan önce bulunmadığı doğrudur, ama, insanlar bu bilgiyi uslarını kullanmaya başladıkları anda da elde edemez. Çünkü, bu genel ilkelerin içerdiği genel soyut düşünüler, insanların zihinlerinde hemen oluşmaz.
Genel ilkeler sonradan ayrımına varılmış şeylerdir. Birçok başka önerme ile, aynı yoldan zihne alınmış ve onlar ile aynı aşamalardan geçmiş olan doğru önermelerdir. Us onların ayırt edildiği sırada kullanılmaya başlansaydı da bu, genel ilkelerin doğuştan geldiğini kanıtlamazdı
.Önce, duyular yolu ile edinilen tikel düşünüleri tanıyan ve bir bölümünü soyutlayıp adlandırarak belleğe yerleştiren zihin, böylece, üzerinde mantıksal yetisini uygulayacağı gereçler olan genel düşünüler, genel adlar ve dil ile donanır. Bu gereç arttıkça, usun kullanılması daha da gelişir.
Çocuklar duyuları üzerinde en fazla etkili olan şeylerin düşünüleri ile bağıntı kurar ve zihinleri böyle kazanılmış düşünülerden bazılarının birbiri ile uyuştuğunu bazılarının da ayrımlı olduğunu görüp, uyuşan düşünüleri birleştirerek genel düşünülere varır. Bu, zihnin genel düşünüleri adlandıran sözcükleri kullanmasından, yani, usu kullanma durumuna gelmesinden önce gerçekleşir.
Çocuk konuşmaya başladığı zaman nasıl kinin ile şekerleme genel düşünülerinin aynı şey olmadığını bilecek ise konuşmaya başlamadan önce de acı ve tatlı genel düşünüleri arasındaki ayrımı bilir (acının tatlı olmadığını bilir).
Bir çocuk yediye kadar saymaya başlamadan ve eşit genel düşünüsünü ve adını edinmeden “üç dört daha yediye eşittir”i bilmez. O duruma gelince bu önermeyi onaylar (önermenin doğru olduğunu algılar). Çocuğun bu önermeyi o zaman kolayca onaylaması bunun bir doğuştan doğru önerme olmasından gelmediği gibi, onaylamanın o zamana kadar gecikmesi de usunu kullanamıyor oluşundan değildir.
“Üç dört daha yediye eşittir” önermesi çocuğa, önermede geçen adların yerini tuttukları açık ve seçik düşünüler zihnine yerleştiğinde doğru görünür. Çocuklar genel ilkeleri de aynı yoldan öğrenir. Önerilme ve anlaşılma ile birlikte hemen onaylanma bu önermelerin doğuştan geldiğini kanıtlamaz.
Bazı kimseler, ilke dedikleri önermeleri, çocuklar da içinde olmak üzere, bütün insanların işittiklerinde terimlerini anlar anlamaz hemen onayladıklarını gördüklerinden, bunun, onların doğuştanlığını kanıtlamak için yeterli olduğunu düşünüyor. Hemen onaylamanın ilkelerin doğuştanlığının bir kanıtı olduğu sanıldığında, "bir iki daha üç eder", "tatlı acı değildir" ve binlerce böyle önermenin de doğuştan geldiğinin onaylanması gerekir.
Herhangi bir önermenin, sözünü ettiği düşünüler doğuştan olmadığında, kendisi de doğuştan olamayacağından, "1+2=3", "tatlı acı değildir" ve binlerce böyle önermenin doğuştanlığını onaylamak bütün duyusal ve çizelgesel düşünülerimizin doğuştan geldiğini onaylamak olur. Böyle bir onay usa da deneye de aykırıdır.
"Yeşil kırmızı değildir" türünden, ilk işitilmede onaylanan daha az genel önermeler, daha genel olan ilkelerden (örneğin, “bir şey ne ise odur”dan) daha önce zihinde bulunduğu için, genel ilke denilenlerden çıkarım yolu ile elde edilemez (bunun tersi doğrudur).
Apaçık doğru önermelerin (yeşil kırmızı değildir) çoğunu söylenmesi yolu ile öğrenen bir kişi bunları, aslında, örtük olarak biliyordur (ama, doğuştan olmaları nedeni ile değil). Bu kişinin, bunları düşündüğünde, önermenin içeriğinin incelenmesinin başka türlü düşünmeye olanak vermediğini anladığı için, kendini, sorgulamayı gerekli görmeyeceği bir ilkeyi (genel ilke denileni) öğreniyor olarak bulduğu açıktır.
Bir ilkenin zihinde örtük olarak bulunması, zihnin böyle önermeleri anlamaya ve onları sağlam önermeler olarak benimsemeye yetenekli olduğu anlamındadır. Böyle görülmediğinde, ilkeler ile birlikte bütün matematiksel kanıtlamaların da doğuştan zihinde bulunan önermeler olarak onaylanmaları gerekir.
İlkelerin doğuştan zihinde bulunduğunu göstermek için ileri sürülen ilk işitmede onaylama kanıtı daha önce öğrenme olmadığı yanlış varsayımına dayanır. Genel ilkeler ilk bilinenler değildir. Özdeşlik ve çelişmeme ilkeleri, çocukların zihinlerinin ilk edindiği doğru önermeler olmadıkları gibi, bütün kazanılmış, dışardan edinilen düşünülerden önce de gelmezler.
Genel ve soyut düşünüler ile bunların yerini tutan adları kullanabilen kişilere söylendiğinde, hemen onaylanan, genel ilkeler ile aynı biçimde, çok sayıda önerme, pek çok şey bilen çocuklarca anlaşılmadığından, düşünebilen insanların evrensel onayına ulaşmamış demektir ve bu neden ile, bunlar doğuştan gelen önermeler olamaz.
Genel ilkeler doğuştan geliyor ise, doğuştan gelen düşünülerin de bulunması gerekir. Çünkü zihnin hiç düşünmemiş olduğu bir düşününün zihinde bulunduğu anlaşılamaz. Demek ki, doğuştan ilkeler var ise, bunların düşünülerinin ilk nesneler, yani, zihinde bulunan ilk şeyler olması zorunludur.
Genel ilkelerin düşünüleri (terimleri) doğuştan gelen düşünüler olsaydı, bunların izini bile bulamadığımız bir bölüm insanda (bunların bilgisi sınırlı olduğundan) en açık ve göze batar olarak kendilerini göstermeleri gerekirdi. Bu kişilerin onları bilmemesi genel önermelerin doğuştan gelmediğinin en güçlü kanıtıdır.